Özel Röportaj "Fuarlar Sadece Organizatöre Kazandırmaz!"

"Fuarlar Sadece Organizatöre Kazandırmaz!"

"Fuarlar Sadece Organizatöre Kazandırmaz!"

Yurtdışı Fuarcılık konusunda ilk akla gelen firmalardan biri olan SENEXPO Uluslararası Fuarcılık' ın tecrübeli Yönetim Kurulu Başkanı Çetin Şenyurt ile fuarcılığımızın geçmişini, bugününü ve geleceğini konuştuk. Hem yurtiçi hem yurtdışı fuar operasyonları gerçekleştiren az sayıdaki şirketten birini yönetiyor olması, fuarcılığa daha geniş bir perspektiften bakabilme yeteneği sağlıyor şüphesiz. Söyleşimizde bu yeteneğin izlerini bulacaksınız. Lafı fazla uzatmadan sorularımıza geçelim.

 

Yurtdışı fuarcılık sektörü nasıl ortaya çıktı, nasıl gelişti?

Yurtdışı fuarcılık sektörü esasen Türk icadı gibi bir şeydir. Yurtdışı fuarcılık çalışmaları 1990 yılından önce daha çok İhracatçı Birlikleri, Ticaret Odaları gibi kurumların Avrupa Fuarlarına dönük yaptıkları bazı ufak katılımlar tarzında gerçekleşiyordu. 1990 yılı sonrasında Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Bloğu'nun yapısal değişime girmesi sonrasında temel tüketim mallarının ihtiyacının şiddetlenmesi bu alanlarda üretim yapan Türk firmalarını bu bölgelerde aktif hale gelmesine yol açtı. O ülkelerle ilişkilerimizin gelişmesi için Türk firmalarının organize edilerek o bölgelerde 1 ay süren fuarlara katılınması şeklinde başladı. Daha sonra özel sektörde bu tip organizasyonlar yapan firmalar kurulmaya başlandı. Bunlar daha çok Rusya, Ukrayna, Kazakistan ve Balkanlar esaslı olarak fuar çalışmaları yürüttüler. İşin enteresan tarafı bu özel firmalar aslında profesyonel fuarcılar değillerdi, sektör dışı biraz daha uluslararası, angajmanları olabilen firmalardı. Dünyada ise kendi ülkesinde iyi fuarlar yapan firmalar fuarlarının benzerlerini başka ülkelerde yapıyorlar. Türkiye’de büyük fuar yapan organizatörler, yurtdışı fuarcılık ile çok fazla ilgilenemediler. Bu firmalar kendisine alan açarak işi sadece yurtdışı fuarcılık olan bir sektör ortaya çıkardılar. Dünyada pek görülmeyen bir olay bu. Daha sonra yine bu özel sektör agresif şekilde hareket ederek bir çok ülkelere gittiler, kimsenin cesaret edemediği yerlerde fuar yapmaya başladılar.

 

Sektörün ülkemiz ihracatına etkileri nelerdir?

Yurtdışı fuarcılık sektörü Türkiye’nin ihracatında çok önemli bir rol oynadı. Ancak biz kıymetimizin pek bilinmediğini düşünüyoruz. O anlamda genel bir kırgınlığı vardır özel sektörün. İhracatçımızda bize destek oldu, cesaretli sanayicilerimiz var. Hiçbir şeyden kaçınmadılar, elde edilen başarıları beraber gerçekleştirdik. Bizim başladığımız zaman Türkiye’nin ihracatı 12 – 13 milyar dolar civarındaydı, şimdi 160 milyar doları görüyor. 15 – 20 sene içerisinde bu yüksek bir atılımdır. Dünyada da kolay görülen bir atılım değildir. Bunda ciddi bir rolümüz olduğunu düşünüyorum. Türkiye sanayisi 1970 öncesi daha çok maden ve gıda ihracatına dayanıyordu. 80’li yıllar fason ihracat ağırlıklı olmaya başladı. Şimdi fason ihracatı ihracat değil. Onu ihracat olarak kabul etmek yanlış olur. Neticede döviz giriyor ülkeye ama Türkiye sanayisine para kazandıran bir girdi değil. Sadece döviz sokmuş oluyorsunuz ülkenize. Parayı batılı firmalar kazanmış oluyor. KDV karşılığında çalışan fason üreticileri tanıyorum. Bu tehlikeli bir model idi. Zaten bu firmalar çok hızlı büyüdüler ve çok hızlı battılar. Avrupalı firmalar eski makinelerini vererek bunları borçlandırdılar, bunlar büyük bir makine parkuruna sahip oldular ama fason siparişi kesilince iflas ettiler. Kendisi ile beraber çevresini de alıp götüren bir sistem oluşmaya başladı. Bunlardan dolayı fason ihracatı Türk sanayicisine ihracatı öğretmedi. Uluslararası pazarda ihracat nasıl yapılırdı, bilmiyordu. 90’lı yıllar bavul ticaretinin ağırlıklı olduğu bir dönemdi. Böyle ilginç zamanlardan geçti Türk sanayicisi. Bavul ticareti de ihracat değil. Çünkü adam bavuluna koyuyor parayı getiriyor size veriyor sizden alıyor parayı bavula koyuyor ya da çuvallara koyarak ülkesine götürüyor. Dolayısıyla bu da ihracatı öğretmiyor. Tamam, döviz geliyor ama ihracatçı değilsiniz. Türk sanayicisi ihracatı 1998 yılından sonra öğrenmeye başladı. Gerçekten uluslar arası pazarlara ihracatın gerekleri olan hem iç yapıları olarak hem de uluslar arası organizasyonları öğrendiler. Eskiden ihracat müdürü kavramını bilen çok nadirdi. Ama şimdi birçok firmada ihracat müdürü var. Firmalar uluslararası pazarlama, tanıtım ve pazar araştırma konusunda kurumsallaşmaya başladı. Bu gelişime paralel olarak 1994 ve 1998 arasında genel olarak Türk ihraç ürünleri fuarları yapıldı. Leblebicinin yanında konfeksiyoncu onun yanında ayakkabıcı onun yanında makineci bir tarafta fırın ekmeği gibi her şeyin bir arada olduğu ihraç ürünleri tarzında kötü stantlardı, görünümü de iyi değildi. 1998 – 2000 yılı kriz sürecidir ve çok fazla sıçrama olmamıştır. 2000’den sonra ise ciddi bir sıçrama oldu. Bavul ve fason ticareti dünyanın diğer bölgelerine Çin gibi, Kuzey Afrika gibi ülkelere kaymaya başlayınca fasondan da bavuldan da ümit kesilince üretime dayalı gerçek ihracat modeline geçtik. Gerçekten 2000 sonrası çok tempolu bir ortam oluştu.

 

Sanayicinin geçirdiği bu gelişim ve dönüşüm yurtdışı fuarcılığa nasıl yansıdı?

Çeşitli boyutları var, bu tek aktörlü bir konu değil. Özel kuruluşlar, resmi ihracatçı birlikleri gibi resmi kuruluşlar bu aktörlerden bazıları. Tabi her alanda pek çok değişim yaşandı. 1994 yılında ki tebliği ile şuan ki tebliğ arasında fark var. Birçok firmayı ilk defa yurtdışına biz çıkardık. Biz derken ihraç ürünleri fuarları yoluyla. Dolayısıyla onlar gittiler, geldiler en azından şunu diyebildiler, bu ihraç ürünleri fuarlarını bırakın artık biz ihtisas fuarlarına gidelim. Tabii o zaman dil bilmiyorlardı şimdi şirketlerinde 10 tane dil bilen eleman çalışıyor. Veya çocukları büyüdü, artık yönetime geçiyorlar. Özel sektör fuarcıları da başka bir değişim geçiriyor. Dediğim gibi yurt dışı fuarcılığın ana aktörleri aslında fuarcı kökenli değiller. Baktığınız zaman başka mesleklerden gelmişler,  yapalım şu işi demişler ve başlamışlar. Dolayısıyla çok fazla fuarcılık kökenli olmadıkları için hata yapmışlardır. Çok iyi işler yapmışlardır ama onun yanında çok saçma sapan işler de yapmışlardır. Bu dönem fuarcılar için bir öğrenme süreci şeklinde gelişti. Bu sürece adapte olamayanlar kayboldu, yok oldu gitti. Bu değişime ayak uyduranlar devam etme şansını yakaladılar. Firmaların bir bölümü el değiştirdi. Uluslararası alanda çok hızlı değişimler meydana geldi. Afrika başka bir pazar alanı olarak açıldı hızlı bir biçimde. Orta Asya bir taraftan açıldı, bir taraftan kapandı sonra tekrar açıldı. Arap Baharı gibi bir altüst oluş yaşandı. Oraları riskli hale getirdi. 1990 yıllarda Çin’e kimse gitmezdi, Çin’de hiçbir yere gitmezdi. Ama şimdi Çin’i bir kenara koyarak fuarcılık yapamazsınız. İlla Çin’i bir faktör olarak koyacaksınız. Ya bir gidip göreceksiniz ya da bir temasınız olacak. O zamanlar Çinliler fuarlarda hiç yoktular. Biz Türkiye olarak fuarlara baktığınız zaman ilk 3’ün içerisine giriyorduk her zaman. Ama şimdi Çinliler dünyanın her tarafında fuarlarda 1. sırayı aldılar.

 

Yurtdışı fuarcılık 2000’li yıllarla beraber bir trend değiştirdi. İhraç ürünleri fuarlarından ihtisas ürünleri fuarlarına geçtiler. İhtisas fuarları iki boyutlu olarak geçekleşiyordu. Esas olarak, ana hacim olarak uluslar arası alanda yapılmakta olan ihtisas fuarlarına Türkiye katılımı yapmak şeklinde. Bir de bölüm olarak sadece Türklerin oluşturduğu ihtisas fuarları. Mesela Moskova’da Moda Fuarı, Ukrayna’da Ayakkabı Fuarı, Suriye’de Makine Fuarı gibi ihtisas fuarları ama Türk firmalarına dayalı. Daha sonra da bu Türk uzmanlık fuarlarını uluslararası alana taşıyalım ve yabancılar da katılsın diye yürüyor şuanda. Bu değişim üzerinde yürüyor. Tabii dünya da pazarlar da genişledi. Daha çok bizim çevremizdeki alanlar yerine şimdi artık dünyanın her yerinde Meksika’sından Küba’sından, Şili’sinden Vietnam’ına kadar Japonya’sından Kongo’suna kadar fuarlar her yerde yapılıyor. Türk sanayicisi yeni pazarlar oluşturma açısından gidiyorlar.

 

Bu süreçte SENEXPO'nun konumu nedir?

Senexpo kurulduğu 1996 yılı itibariyle başlangıçta olarak Balkanlar ve Orta Asya gibi alanlarda hareket ediyordu. Daha sonra 2004’de bizim yönetimimize geçti. Senexpo’nun 2008’den önce hiç yurtiçi fuar çalışması olmadı. Zaman zaman yurtiçinde denemelerimiz oldu. Doğrudan bizim olmayan ama organizasyonu yaptığımız bazı çalışmalarımız oldu. Ama onlar tek operasyonluk davranışlardı. Proje olarak kendimizin oluşturduğu ve hayata geçirdiğimiz Lighttech ve GAS Turkey fuarlarıdır. Yurtdışı fuarcılığı aslında üç parça halinde yürür bir parçası bir belgeli kuruluşlar var bir de belgesiz kuruluşlar var. Türkiye adına yurtdışında fuar organize etme yetkili yaklaşık 25 kuruluş var. Bakanlık tarafından belge tahsis edilmiş firmalardır ve bunlar Türkiye adına fuar yaparlar. Yurtdışında hemen hemen her ayağını organize ederler. Bu yaklaşık 25 kuruluşun 10 – 12 tanesi İhracatçı Birlikleri ve Ticaret Odaları gibi resmi kuruluşlardır. 12 – 13 tanesi ise özel kuruluştur. Senexpo belgeli özel kuruluşlardan biridir. Bunun dışında üçüncü bir ayak var sadece temsilcilik yapan kuruluşlardır. Yurtdışındaki fuarların Türkiye’deki satışını gerçekleştirirler. Onlardan da bol miktarda var. Yurtdışı fuarcılığın böyle bir yelpazesi söz konusu. Senexpo senede 25 ülkede yaklaşık 40 tane fuar organize ediyor. Senexpo Türkiye’nin yurtdışı fuarcılık konusunda belli başlı 3 – 4  firmadan bir tanesidir. Bazen 1 numaraya çıkar, bazen 3 numaraya düşer. Fuar operasyon yeteneği, çalışan ve fuar adedi yönünden ilk 3’te yer alır.

 

Aydınlatma sektörüne hitap eden LIGHTTECH fuarını organize ediyorsunuz. Sektörün ülkemizdeki ve dünyadaki fuar potansiyelini değerlendirir misiniz?

Bu fuarı uzun süre düşündükten sonra Türkiye’de yapmaya karar verdik. Çünkü dünyaya baktığınızda bu konuda ciddi fuarlar var. Önemli bir alt sektördür elektrik ve aydınlatma sektörü. Çin’de 150 Bin metrekare, Almanya’da 150 Bin metre kare, Arjantin’de 120 Bin metre kare alanlarda fuarlar yapılıyor. Dolayısıyla Türkiye’de bunun hem sanayisi var, hem iç pazarı var hem de uluslar arası bir katılımcısı var. Biz girdik, çalışmalarımızı yaptık. 7 yıllık emek sonrası başarılı bir noktaya geldiğimizi düşünüyorum.

 

Son dönemde ortaya çıkan siyasi gelişmeler ve ekonomiye etkilerinin fuarcılığı hangi yönde etkilemesini bekliyorsunuz? Fuara katılım rezervasyonlarında kayıp olur mu?

Bu kötü durumlardan tabii ki etkileniyoruz. Gerek yurtiçi fuarcılık gerekse yurtdışı fuarcılığa baktığınız zaman sektörler aynı oranda etkilenmiyor. Etkilenmeyenler, çok az etkilenenler veya orta derecede etkilenenler var. Birçok sektörde olduğumuz için bazıları sıkıntı yaşıyor bazılarında sıkıntılar görünmüyor. Biraz şizofrenik bir durum oluyor ortada. Uluslararası alanda hareket ettiğiniz zaman riskiniz yüksek oluyor. Çünkü çok fazla aktörün olduğu bir alanda hareket ediyorsunuz. Kuzey Afrika’da ve Orta Doğu’da fuarlarınızı yoğunlaştırdıysanız ki bir dönem biz de ciddi bir hacme ulaştı orası. Güneye dönmeye başladık. Özellikle İran, Irak, Cezayir, Libya gibi ülkelere. Kuzey’de sıkıntı olunca Türkiye’nin o dönemi rahat geçirmesi konusunda bu ülkelerin çok faydası olmuştur. Şuan bunları kaybettik. İran bugün tıkanmış durumda. Irak’ın kürt bölgesi ile çalışabiliyorsunuz, güneyi ile çalışamıyorsunuz. Suriye kapanmış durumda. Libya yeni yeni açılmaya başlıyor. Mısır, bloke halinde. Ama Mısır ile ticaret yapılabiliyor. Mısır’la batılı çalışamaz. Ancak üst düzey devlet ihaleleri ile bir şey yapabilir. Bugün Orta Doğu ile çalışan en iyi ülke Türkiye’dir. Belki biraz da Çin. Sebebi ise, bizim biraz agresif veya deli tarafımız. Suriye ile ticaret yapanlar, gidip oraya mal satanlar ve bunu yaparken hayati tehlikeler atlatanlar var. Irak’a kimse gidemez, bizimkiler Irak’tan çıkmıyorlar. Dolayısıyla güvenlik sorunu var. Batılı bir insanın oradaki riskleri çok yüksek. Türk olarak gittiğiniz de bir Batılıya göre daha şanlı oluyorsunuz. Hem siz cesaretlisiniz hem de karşı taraf size ona olduğu kadar düşman değil. Bunlar tabii ki avantaj sağlıyor. Suriye olaylarının başlangıç sürecinde biraz sıkıntılar oldu, o kadar.

 

Yurt içi fuarlara baktığımızda bazı sektörlerin yüksek ihracat rakamlarına rağmen fuarlarının çok zayıf kaldığını görüyoruz. Bu çelişkiyi neye bağlıyorsunuz? Bir fuarı düzenleyen organizasyonun fuarların gücü bakımından etkisi nedir ?

Bu konu iyi analiz edilmesi lazım. Tek bir faktör yok. İki ana faktör var. Birincisi aptalca rekabet anlayışımız, rakibimi vurursam ayakta kalırım mantığının oluşturduğu bir düşünce. Maalesef bu tüm sektörlerde var sadece fuar sektöründe var değil. Aslında rakibiniz öldüğü zaman sizde ölüyorsunuz. Rakibiniz iyi şeyler yapıyordur, siz çalışıp çabalayıp daha iyisini yapacaksınız. İkincisi ise Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlerinin temel mantalitesi bozuk. Bu her alanda olduğu gibi sanayici derneklerinde de ticari derneklerde de aynı. Türkiye’de ki sivil toplum kuruluşları temel fonksiyonların dışında işlev görüyorlar. Ya siyasi fonksiyon görüyor ya mafyavari bir fonksiyon görüyor ya da para ve rant kapısı olarak görüyor. Bu gerçek zemine oturmadığı için sektör büyüdüğü zaman bir çok dernek çıkıyor. Bir defa kurumsal bir parçalanmışlık ortaya çıkıyor. Bu kurumsal parçalanmışlık sivil toplum örgütünün gerçek fonksiyonlarını yerine getirmek yerine farklı fonksiyonlar devreye girdiğinde çekişmeler ortaya çıkıyor. Dernekler fuarların patronluğuna soyunuyorlar. Ve bir çok fuarın patronu durumdalar dernekler. Derneklerin fuarlara bakış açıları çok farklı. Derneklerin derdi bizim kasamıza daha çok para nasıl girer, kimden girer. Öyle fuarlar görüyoruz ki ölü ama dernek memnun. Bu temel bir arıza. Birçok organizatör dernek ile çalışıyor. Ne yaptıklarını soruyoruz? Destekliyorlar, katoloğun bir yerinde logosunu basıyorum diyor.  Çok iyi fuarların dernekler yüzünden yok olduğunu görüyoruz. Parayı alıyor ve sana direktifler vermeye başlıyor. Bunlar yüzünden esas olarak rekabet anlayışı da yok oluyor. Adı sanı duyulmamış dernekler fuarlar vasıtası ile marka haline geliyor.

 

LGP / CNG Fuarı nasıl doğdu? Bir fuarı düzenlemeye karar vermeden önce hangi parametrelere dikkat ediyorsunuz?

Oturup araştıralım nerde ne var diye bakmıyoruz, yöntemimiz bu değil. Birçok sektörde hareket ettiğimiz için o sektörlerle de temas halinde oluyoruz. Bize çok değişik teklifler, öneriler geliyor. Bunların arasında kayda değer olanların etüdünü, araştırmalarını yapıyoruz. Bütün unsurlarını düşündükten sonra bir araya gelerek karar verici toplantılar yapıyoruz. Buna ilişkin görüşmeler yapmaya başlıyoruz.

 

Ülkemizde düzenlenen belli başlı fuarlar İstanbul'da gerçekleşiyor. Ancak fuar alanı konusunda gitgide belirginleşen bir yetersizlik ve ihtiyaç göze çarpıyor. Bu konuda size göre hangi adımlar atılmalı?

Son 20 yılda gelişen dünyada fuarcılık çok değişti ve merkezden ziyade lokal fuarlara bir geçiş oldu. Birçok ülkelerde büyük fuarlar yapılıyor. Çin, Hindistan, Dubai, Türkiye, Meksika gibi ülkeler merkez fuarların alternatifi haline geldi. Türkiye bu konuda parlayan bir pazar. Çin’den sonra Moskova, Dubai ve İstanbul çekişiyor. Şansı en yüksek merkez ise İstanbul. Ama bizim bu konuda hazırlığımız ve bir öngörümüz yok. Salonlarımız yetersiz. Bu işlere belediyeler, hatta bakanlıklar el atsa durum daha farklı olabilir. Ama şuan geç kalındı. Belediye büyük bir araziyi niye vereyim diyor. AVM’ye veririm diyor. Devlet ve üst kademelerde öyle bakıyor. İstanbul’a sadece ticaret şehri olarak bakamazsınız. İstanbul bir dünya şehridir. Fuar sadece fuar organizatörüne kazandırmaz. Herkese kazandırır. Bu işe devletin sahip çıkması gerekir. Ama sen ağlamazsan devlet sahip çıkmaz. İhtiyaçlarını, eksiklerini devletin önüne koyacaksın. Birçok fuar firması ve bundan beslenen herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Bitişik fuarlar yapıyorsun, uluslararası katılımcı gelmiyor. Ziyaretçi geldiğinde nereye gideceğini şaşırıyor. Böyle olunca salonlara sığmayan birçok fuarlar oluyor. Sadece salon doluyor, uluslar arası bir hale gelmiyor ki. Biz bizi ağırlıyoruz. TOBB’u Ekonomi Bakanlığı’na bağlasınlar ya da ayrı bir otorite, kurum kurulsun bu işle ilgili. Bu sektörün iyi analiz edilmesi gerekiyor. İyi analiz edildiği zaman fuarcılığın daha iyi yerlere geleceğini düşünüyorum.

 

Teşekkür ederiz Çetin Bey.

Biz teşekkür ederiz.